Yaklaşık 8 ay önce 45’li yaşlarda bir bayan danışanım ile iki seans yaptık. Çok stresli olan iş ve özel hayatı artık onu bunalımın kıyısına itmiş ve mecbur olmadığı zamanlar haricinde kendini eve hapsetmeye kadar götürmüştü. Emekli de olduğu için hayatta onu oyalayan bir şeyde yoktu artık.
Seanslardan sonra hayata bakışının ne kadar da çok değiştiğiyle ilgili bir çok telefon görüşmesi yaptık. Her şey artık çok daha güzeldi.
İki ay önce geç bir vakitte arayarak ben hiç çocuk sahibi olamadım, artık çok geç ama en azından neyin beni etkilediğini bilme şansım var mı diye merak ettim dedi. Ben de seansta mutlaka bununla ilgili bir şeylere varabileceğimizi söyledim. Büyük bir heyecanla seans gününü bekledik.
5-6 yaşlarında annesiyle birlikte gittiği komşularının evindeydi. Bahçeden yükselen çığlıklarla herkes gibi o da dışarıya koşmuştu. Evlerinin hemen önündeki yoldan geçen bir araba karşıdan karşıya geçmek isteyen bir kadının yanındaki çocuğuna çarpmış ve çocuk parçalanarak can vermişti. Çığlıklar o anneye aitti. Sanki yer gök inliyordu. O çığlıklar hiçbir zaman kulağından gitmedi. Ve o zaman küçücük haliyle farkında bile olmadan bir ant içtiğini hissetti. ‘Ben asla anne olmamalıyım, ya çocuğum ölürse’! Onun için anne olmak çocuğunu kaybetme ihtimali demekti artık. Çocuğunu kaybetmek ve çığlıklar…
Bütün hayatı boyunca bu düşünce içten içe onu yönetmiş ve çocuk sahibi olamamasına sebep olmuştu. Seans sonrasında hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Sakinleşmesi biraz zaman aldı. Ama o psikolojinin yükünden kurtulmanın verdiği rahatlıkla ayrıldı ofisten.
Selda Soytürk Akyılmaz
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder